18 Eylül 2008 Perşembe

Başkalarının acılarından keyif almak...














"Küçük Kadınlar"ı biliyor musunuz diye bir soru soracak olsam eminim ki birçok insan: "Evet biliyorum Kanal D'de yayınlıyorlar çok güzel bir dizi, ailece beğenerek izliyoruz." gibi bir yaklaşımda bulunacak. Hayır hayır bunu duymak istemiyorum aslında. Kendisi aslında Louisa May Alcott'un 2 parça halinde yayınladığı bir romandır, ki mazisi oldukça eskiye dayanır; 1868-1869. Küçükken annem bana zorla okutturmuştu. Daha sonra ise sinemalara, tabii yıllar evvel, filmi gelmişti Winona Ryder, Kirsten Dunst, Claire Danes, Christian Bale, Trini Alvarado ve Susan Sarandon'ın başarılı oyunculuklarıyla.

Yaz boyu evde otururken ise dizisinin başladığını farkettim, en azından bölüm fragmanları bana onu söylüyordu. Akşamları dışarı çıkmaktan televizyonu takip edemediğim için izleyemedim. Dedim kendi kendime Fransa'ya dönünce yatarken, yemek yerken falan izlerim. Nitekim öyle de oldu zaten, ancak bir farkla; boş zaman aktivitesi olmaktan çıktı ve bir de baktım ki sabahları arka arkaya daha fazla bölüm izlemek adına erkenden kalkıyordum. Ruh hastası olmuştum kendimi bir türlü alamıyordum. Tanrıya şükür ki yeni bir dizi olduğu için 12-13 bölümden daha fazla değildi. Bu sebeple ekran başına kilitleneceğim süre kısıtlı oldu. Yine de ne olursa olsun yemeden, içmeden, heyecanla diziyi izliyordum, her ne kadar dizi kültürüm olmasa dahi.

Bundan ayrı olarak geçenlerde aslı Fransız sinemasına ait olan bir Türk film izledim. Mustafa Altıoklar'ın yönettiği son derece başarılı (en azından Emret Komutanım'a nispeten) bir film olan "Asansör". Filmi sıfırdan anlatacak değilim; ancak kapana kısılan kahramanımız gizli kamerayı farketmeden bir takım cümleler sarfediyordu. Diyordu ki "İzleyin bol bol izleyin hoşunuza gidiyor değil mi başkalarının dertleri, sorunları. Kendinizinkinden korktuğunuz için başkalarının hayatlarını televizyondan dikizliyorsunuz..." gibisinden bir takım şeyler. Bu cümleler aslında tam da benim "Küçük Kadınlar"a takıldığım zamanda bana dank etti.

Dizi tamamen dram ve acı çeken genç kızlar üzerine kurulu. Filmden yaptığım alıntıyla birleştirdikten sonra dedim ki kendi kendime; acaba kendi acılarımdan, kendi hayatımdaki yanlışlardan korktuğum için mi başkalarının acılarını (her ne kadar kurgu olsa da) izlemekten kopamıyorum? Kendimi izlemekten alamıyorum ve her seferinde şimdi ne olacak diye heyecanla bekliyorum, kafamda felaket senaryoları üretiyorum. Çünkü dizide gerçekten çok az iyi şey oluyor. Getirdiğim kanaat ise tam düşündüğüm gibi; beni boşver, bak insanların başına neler neler gelebiliyor iyi ki ben o durumda değilim. Bir nevi bana dokunmayan yılan bin yaşasın dercesine tamamen o kızlara odaklanıp, daha başka neler olacak acaba diyerek vakit geçiriyorum. Yalnız şu var ki benimkisi haline şükretmekten çok daha farklı. Bu daha çok başkalarının dertlerinden yola çıkarak kendini telkin etme vaziyetleri. Fakat şunu açıklığa kavuşturalım diziyi gerçek zannettiğimden değil bu, bilinçsiz bir izleyici değilim. Ziyadesiyle "Bu onlara oluyor bana değil, beni boşver acaba daha başka ne olacak?" merakı sadece. Belki de bir başka teori de şu olabilir; kendi sorunlarımla yüzleşmekten korktuğum için o kızların sorunlarını, nasıl boka sardıklarını görmek istiyorumdur. Laf oyunlarını bir yana bırakacak olursak acaba kendimden ve hayatımdan mı korkuyorum da onu görmezden gelerek diğerlerininkiyle ilgileniyorum diye düşündürüyor insanı...

P.S: Dizideki kaltak hala yüzünden tuvaletime yuva yapmış olan örümceğe Şevkiye ismini verdim. Her tuvalete girdiğimde "Şevkiyeeee kızııım nasılsın bugün?" gibi konuşuyorum kendisiyle. Sanırım çok etkilendim. Psikolojik sorunlarım olduğunu biliyorum ama nedense kendime hala bayılıyorum. Artık nasıl bir egoysa...



5 yorum:

si-men dedi ki...

sayılı yazıların arasında en sevdiğim iki tanesinden birinin bu olduğunu söylemeliyim, arada bir kendini kötüleyebilme yeteneğine şaşırıyorum bu kadar yüksek egoyla. özeleştiri konusunda başarılı olsan da "corrective action"dan da bir o kadar uzak yaşıyorsun çünkü.

Türk insanın dizi izlerken ki psikolojisi bana göre kendini telkin etmeden ibarettir, "vah vahhh dünyada neler var, bak neler oluyor millete" diyerek bunun kurgu olabilmesi düşüncesinden uzak şükredecek yer ve nedenler buluyorlar kendilerine.

eğer kendi hayatlarıyla yüzleşmekten korkuyorlarsa bile belki bunu bilinçsizce, veya bilinçlerinin derin yerlerinde yaptıklarını söylemeliyim.

ayrıca şevkiye utanmış senden, çok üstüne gitme.

Ralphius dedi ki...

Yok yahu niye kendimi düzelteyim ki kendimi tanımlıyorum sadece. Yoksa ben bu halimle mutluyum.

Hollystone dedi ki...

:) çok eğlenceli yaa!

bu arada time out istanbul isimli güzide fanzinin ağustos sayısı sana armağan olsun ralph!

Ralphius dedi ki...

Zaten İstanbul deyince iki mecmua gelir aklıma birisi Istanbul Life, öteki de Time Out İstanbul. Genelde içerik hep benzer: "yazın gözde terasları", "en iyi iftar noktaları",... Ama merak ettim bu seferkini... :)

Hollystone dedi ki...

HEDONİZM vardı. acayip seksi tatlılar, kışkırtıcı restoranlar, orgazmik mimariler. bulursam sana postalarım hehe

Korkarım Misafirlerimiz Var Jonathan

Visitor Map