25 Mart 2008 Salı

ÇUVALDIZ SAVAŞLARI...

Uzun zamandır aklımı kurcalayan bir soru vardı ve de geçtiğimiz günlerde sevdiğim bir arkadaşımla geçirdiğim bir akşam, bu sorunun tekrar su yüzüne çıkmasını sağladı. Bu yazıda Özge'nin nasıl bir insan olduğunu irdelemeyeceğim zaten bunu yapmaya hakkım da yok. Ayrıca "Özge berbat bir insan, bak bunları bunları yaptı" gibisinden bir yaklaşımım da olmayacak. Basitçe sadece ilham aldım diyelim. Üstelik şu da bir gerçek ki az çok yazılarımı okuduysanız ben de eleştirisini yapacağım insanlardanım, hatta başında geliyorum. İyi veya kötü belki de bir nevi bir özeleştiri olacak bu. Sakın söylediklerimden yola çıkarak "ahh ne iyi kalpli, ne düşünceli" demeyin. Karmaşık bir beynim ve kişiliğim olduğu için sadece içimden yazasım geldi, yoksa aşağıdaki gibi bir insan ASLA ama ASLA değilimdir ve de ASLA olmayacağım...


Merak ediyorum aslında ne zamandan beri iğneyi kendimize batırmaktan vazgeçtik de başkalarına gözü dönmüşçesine çuvaldız katliamı başlatır olduk. Birey olarak hepimizin belli bir geçmişi, belli bir zeka seviyesi, belli tecrübeleri var; ancak öteki tarafta bir de egolarımız var, sürekli kabaran. İşin enteresan boyutu hayatlarımızı, insanlarla ilişkilerimizi ve yaşam tarzlarımızı bu egolar belirler oldu. Ego dediğimiz aslında bir nevi zehirdir; düşünme yetimizi ve de idrak kabiliyetimizi etkileyen. Öyle etkileri vardır ki herkes kendisini Kaf Dağı'nın ardındaki memleketlerdeki bulunmaz Hint kumaşı zanneder, kendisini farklı ve de yeri geldiği zaman üstün görerek. Sonuçta, normal şartlar altında "eleştiri" adını verdiğimiz kavramın icab eden durumlarda ortaya çıkması gerekirken, ego sayesinde "küçümseme", "hor görme" hatta ilerleyen kademelerde "bok atma" diyebileceğimiz eylemlerle karşılaşıyoruz. Aslında bunların sebebi kişinin kendisine olan aşırı güveninden veya herşeyin en iyisini, en doğrusunu bildiğinden kaynaklanmıyor. Bu tamamen bireyin kendisini kendi iç dünyasına hapsetmesinden kaynaklanıyor. Kapılarını dışarıya kapatarak, hoşuna gitmeyeni yerden yere vurarak, neyin neden olduğunu anlamaya gayret etmeden...


İnsan olarak en büyük haz aldığımız bir diğer aktivite ise başkalarına haksız yargılarda bulunmak ve onları etiketlendirmek. Dediğim gibi hoşumuza gitmeyene bok atarız, eğer ki birisi bizlerin onaylamadığı veya hoşuna gitmediği birşey yapıyorsa çok acımasız oluyoruz. Fakat aslında hiç düşünmeyiz ki karşımızdaki insanın da kendi tercihleri, kendi beğenileri, vs. var. Kendimiz sanki dört dörtlük bireylermişçesine herkese söyleyecek lafı illa ki buluruz... Özellikle entellektüel adını verdiğimiz ve de bu gruba özenen insanlar hayata ve kişilere karşı çok keskin doğrularla ve yanlışlarla yaklaşırlar. Onlar için iğrenç, berbat demek çok kolaydır ancak ne yazık ki takdir mekanizmaları olumlu manada pek çalışmaz. Çünkü eğer birşeyi veya birisini methedecek olurlarsa dışarıya karşı "seçici" görünmezler. Sabah programları örneğini ele alacak olursak entellektüeller bunları çok güzel yererler; anlarım, doğrudur çünkü içerik hakikaten berabat. Ancak bu grubun mensupları gözlerini, bu programların varlığına sıkıca kapatırlar, sanki yokmuş gibi davranırlar. Üstelik izleyeni de eleştirirler şöyle güzelce bir. Keşke hayat her alanda seçici olmaya elverse lakin gerçek asla öyle değildir. Belki de hayatın bir cilvesi ama her an herşey ile karşılaşabiliriz ve eğer kendimizi "hayır reddediyorum"a alıştırırsak. Gerçekleri ne yazık ki göremeyiz ve kendimizi hapsettiğimiz dünyada kalmaya mahkum oluruz. Birşeyi, bir kişiyi sevmesek de saygı göstermesini bilmeliyiz, her ne kadar kendini izole etmekten daha zor olsa da. Öte yandan cahil ahalinin dogmalarından bahsetmeye lüzum bile duymuyorum. Çikletten çıkma bilgiler ile ve kulaktan dolma laflar ile doğru-yanlış, iyi-kötü bekçiliği yapmaları gerçekten çok zavallıca kaçıyor. Üstelik başka kişileri bunları baz alarak yargılamaları çok komik olmakla beraber, üzücü.


Eğer ki tolerans ve saygı olmazsa bu dünya gerçekten çekilmez hale gelir. Birbirimizin açıklarını yakalamak yerine ve de onları cezalandırmak yerine kabullenmeyi, hoşgörülü olmayı öğrenmeliyiz. Bir tahsilsiz kişi de, okumuş etmiş bir insan da, farklı ırka ve din mensup bir ikişi de, bir eşcinsel de, bir fakir de, sevmediğimiz bir insan da, bir zengin de sonuçta Adem oğlu, Havva kızıdır. İnsanların farklı geçmişlere, tecrübelere ve özelliklere sahip olması bizlerden alçak veya üstün olduklarını göstermez. Bu yazıya rağmen eski benliğimi koruyacağım ayrıca kimseyi değiştirmeye de çalışmıyorum, maksat sadece olması gerekeni yazmaktı, yeni bir başlangıç değildi...

5 yorum:

si-men dedi ki...

korktuğum gibi değildi,
beklediğimdi demeli belki de.

bazı gerçeklere gözlerini sıkıca yummak ve yokmuş gibi davranmak kendine bir dünya yaratmak demek, belki de gerçeklikten kaçırmak kendini. ben de bunu yapanlardan biriyim, ama tahammülüm yok dünyanın adaletsiz, adi ve giderek yaşanmaz bir yer olduğunu görmeye.

doğrudur, herkesle her seviyeden insanla konuşabilmek için bilginin her türüne ihtiyaç vardır, benim sorunum hayatımdaki birçok konuda sınırlarımın çok keskin olması, istediğim olmuyorsa benzeri beni tavlamaz.

mükemmeliyetçilik desem değil, azla yetindiğim zamanlar da oluyor zira bu bir ön eleme mekanizması benim için, birkaç şey yaşadıktan sonra "ah tamam bu iğrençti" diyebiliyorum.

çok sevdiğim bir laf vardır, "dinle, çünkü herkesin anlatacak bir hikayesi vardır" doğru bu hikayeler vardır ama HERKESe, önüne gelene anlatılmaz, o yüzden de bu insanlar dışarıdan bakıldığında "her şeye iğrenç, ıyk ö" diyen insanlar gibi görünürler.

Sorarım sana sevgili blog sahibi, bütün bunları yazan sen özellikle şu cümle ile kalbime taht kurmuş iken "Fakat aslında hiç düşünmeyiz ki karşımızdaki insanın da kendi tercihleri, kendi beğenileri, vs. var. Kendimiz sanki dört dörtlük bireylermişçesine herkese söyleyecek lafı illa ki buluruz... " neden hala aynı yerde sayarsın?

Ralphius dedi ki...

Sevgili yorum sahibi yazının başına dönmenizi rica edeceğim. Yetmiyorsa da blog'un en başına gidiniz. Normal bir insan olmadığımı, sorunlu birisi olduğumu söylemişim. Bana göre olması gerekeni yazdım, yaptığımı değil ve yapmayı da düşünmüyorum çünkü bundan keyif alıyorum. Bu noktada kendimi iyi bir vatandaş, birey olarak değerlendirmiyorum. Açıkça söylüyorum her hikayede bir kötü vardır ve bu hikayenin kötüsü de benim. Kimseyi etkilemek, hayran bırakmak gibi bir derdim de yok, şayet öyle olsaydı adımı blogda görebilirdiniz. Hayata karşı, insanlara karşı duruşum bir takım tecrübelerden (acı da olsa) sert ve de zalimce. Asla hümanist olmadım. Thomas Moore Ütopya'yı yazarken öyle bir yerde yaşadığından çok sevdiğinden yazmamış, keşke diyerek iç geçirmiş. Yazının maksadını da aynı şekilde düşünün genç kız Si-men.

Hollystone dedi ki...

Bütün filozoflar olması gerekeni iç geçirerek yazarlar aslında. Sokrat olması gerek devleti, Shopenhaur da olması gereken ahlakı yazmış kendi çapında. Ama sorsak bunların yüzde kaçını katı bir tutumla uyguladıklarını, ben çok azını diyebilirim. Hayat farklı şeyler getirip götürüken, bazı durumlarda gözünü kapatıp görmezden gelemk en iyisi. Olması gerekeni yapmaktansa. Çok derin mevzular, herkesin tecrübesi kendine diyip kapatayım ben en iyisi :)

Ralphius dedi ki...

Kesinlikle katılıyorum; bu tamamen tabiri caiase bir iç geçirme yazısıydı ve aslında hiçbir zaman da gerçekleşemeyecek birşey. Dediğin çok doğru bazen görmezden gelmeliyiz olması gerekeni yapmaktansa. Hayat ve insanlar acımasız olabiliyor ve eğer her olana bitene bu kadar çok takılırsak ömür geçmek bilmez... O halde derim ki :"dolÇe vita" :)

Hollystone dedi ki...

Carpe Diem de denebilir :) neden o salak çocuk dolÇe vita yazma gereği duymuş ki, komik olmuş. Bilmiyosa yazmasın dimi :) ama o da haklı,
Türkçeleştirip yazmış.

Korkarım Misafirlerimiz Var Jonathan

Visitor Map